Bu teoriye göre: İbranice, Aramice, Arapça gibi semitik diller ve muhtemelen Grekçe, Ermenice, Süryanice ve belki daha başka diller de aslında Kutsal metinlerin okunuşunun ve anlaşılmasının bozulması veya farklılaşması ile ortaya çıkan dillerdir. İsa ve Musa ve belki başka peygamberler de mucizevi bir şekilde doğuştan bu dili konuşmuşlardır. Söz konusu dil için teori kapsamında Türkçe adının kullanılmasının nedeni hem düzenli yapısının hem de ses benzerliklerinin bu dilleri aynı dil ailesinde sınıflandıracak seviyede olduğu iddiasıdır. Bu teori Türkçenin tam olarak korunduğunu iddia etmemektedir. Türkçe olarak adlandırılan diller söz konusu tek dilin en az bozulmuş halidir.
Türk Dil Teorisi, Mustafa Kemal Atatürk tarafından öne sürülen Güneş-dil teorisine benzemektedir.
Teoriyi okumadan önce; aşkınlık, üstünlük anlamındaki Türkçe "Ra" ekini ve “Tanrı” kelimesinin nasıl türetildiğini inceleyebilirsiniz.
Önce özellikle Ra eki sayfasının özellikle son kısmını okuyun.
Çeşitli peygamberlerin bebek ya da çocukken sergiledikleri konuşma mucizesinin o dönemlerde Türkçe “Bakış” kelimesi ile anıldığı düşünülmektedir. İsa'nın ikon haline gelen portresindeki el işaretinin de “Bakış” kelimesini sembolize edebileceği düşünülmektedir (Örnek olması bakımından işaret dilinde göz teması). Yahudi ve Hristiyan kültürlerde bu işaretin benzerleri bulunmaktadır. Firavunun yaptırdığı iddia edilen dilsel izolasyon deneyinde bebeklerin söylediği rivayet edilen “Bekos” kelimesinin ve Antik Yunandaki "bakis" kelimesinin kaynağının Türkçe “Bakış” kelimesi olabileceği düşünülmektedir. Musa bebekken Firavun tarafından ailesinden alındığı ve kendi kavmiyle konuşurken sorun yaşadığı için Harun'u tercüman olarak kullandığından dolayı Firavunun yaptırdığı deneydeki bebeklerin Musa ve Harun olma ihtimali değerlendirilmektedir. (Exodus 4:14-16)
Bu mucizenin “bakış” kelimesi ile ilişkilendirilmesinin sebebi olarak da söz konusu peygamberlerin bebek iken başka insanlarla göz göze gelince şaşkınlık haliyle bu kelimeyi sayıklamaları öne sürülmektedir. Çünkü anlık şaşkınlık halinde insanlar genel olarak o an çağrışım yapılan kelimeyi sayıklamaktadır. Göz teması bebekler için çok heyecanlandırıcı bir durumdur. (Normal bir bebek bir kaç yaşlarında alışsa da fazla insan görmeyen bir bebek için yabancılarla göz teması çok heyecan ve şaşkınlık verici bir durum olmaya uzun süre devam eder. Normal bebekler konuşmaya başladıklarında göz temasına çoktan alışmış olurlar.) Daha sonra bunu duyanlar diğer insanlara ilk defa bahsederken bu kelimeyi kullandığı için bu peygamberler ve sergiledikleri mucize de “bakış” kelimesi ile eşleşmiş olabilir. Antik Yunanca bakis kelimesi tam da bu anlamdadır. Hatta bu ikili anlamından dolayı kafalarda oluşturduğu karışıklık da çeşitli kaynaklarda ifade edilmiştir.
Bakış kelimesinin ortadoğu kalıntılarından biri de Hamza işareti gibi gözükmekte. Tüm Semavi dinlerde bulunan bir işarettir. Nazar boncuğu da büyük ihtimalle bu işaretten evrilmiştir. Hamza Arapçada ve Kuranda beş sayısı ile ilişkilidir. Bu teori kapsamında bakış kelimesi ile ilişkili olduğu iddia edilen İbranice Rabbi kelimesi de enteresan bir şeiklde Tevratta dört sayısı ile ilişkilidir.(Örn; Genesis 1:19) (Emojisini bile yapmışlar: 🪬)
(Aslında vahiy alan kişinin Peygamberin torunlarından birisi olabilir. Hedef haline gelmemesi için böyle bir şey yapılmış olabilir. En eski Kuran mushaflarında bile ayetlerin iddia edildiği gibi parçalı bir şekilde yazıldığını gösteren hiçbir emare yoktur. Ya da Muhammed'in vahiy almasından bağımsız olarak sonradan bir torunu ekstra bir mucize olarak doğuştan Türkçe konuşmuş olabilir. Bu söz konusu gözlü el işaretine (🪬) Hem Hamza işareti hem de Fatıma'nın eli denilmektedir. Zaten Levant bölgesindeki Hristiyan Araplar aynı işarete Meryemin eli diyorlarmış. Kuranda Hamza kelimesi zaten beşinci anlamında geçer. Fatıma'nın çocuklarından birinin isminin Hamza olup sonradan karışması gibi bir ihtimal olabilir ama bu konuda bir şey demenin pek anlamı yok zaten yaşayıp yaşamadığı ile ilgili muhtelif iddialar olan çocuğu bile var.) İşaretli Beş Bin Melek (Ali imran 125)
Tevrat ve Kurandan birer dil evrilirken. Hristiyanlar Roma baskısı ile gizlendiği ve farklı bölgelere dağıldığı için çok sayıda farklı dil evrilmiştir. Afrikanın iç bölgelerine kadar kaçanlar olduğunu düşünürsek halihazırdaki tarihi kaynakların aktardığının da ötesinde bir baskı olmuş olabilir. O dönemden günümüze ulaşan pek yazı da bulunmamakta. İlerleyen zamanlarda Haçlı seferleri de kendilerini gizlemeyi bırakan Hristiyan gruplarını hedef almıştır. Haçlı Seferleri sırasında, erken dönem Hristiyan kayıtlarının Avrupalı dini otoritelerde bulunma ihtimaline işaret eden bazı olaylar yaşanmıştır. (Bknz: Türk Dil Teorisi ile alakalı tarihi olaylar)
Her ne kadar Roma İmparatorluğu sistematik bir şekilde yoketmiş olsa da Türkiyede bu dönemden (MS 300 öncesi) incil örneği bulunamaması açıklanması zor bir durumdur. Çevre ülkelerde bazı parçalar bulunmuş.
İsa'nın yaşadığı iddaa edilen dönemlerde hüküm süren imparator Augustus, din reformu yaparak kendisini Tanrı'nın oğlu ilan etmiş ve hem birçok kavramı yeniden tanımlamış hem de yeni kavramlar ortaya atmıştır. Enteresan bir tesadüf olarak dilimizdeki Ağustos böceği ismi de bu imparatorun isminden gelmektedir. Ağustos ayına başarılarından dolayı bu imparatorun ismi olan Ağustos ismi verilmiş. Daha sonra da Türkiye Türkçesinde ağustos böcekleri de ağustos aylarında çıktığı için bu şekilde adlandırılmış. Sonuç olarak sinir bozucu ses çıkarmaları ile bilinen bu böceklerin ismi bu imparatordan gelmekte. (Augustus'un günahına girmeyelim İsanın ne zaman doğduğuna dair sağlam bir şey yok.)
Diller de kaçınılmaz olarak tarihin bir parçası ve doğal olarak sesi yüksek çıkan sadece tarihi yazmakla kalmıyor, diller ve kavramları üzerinde de çok ciddi etkiler bırakabiliyor. Tabi Arapça ve İbranicedeki bozulmalar genel olarak doğal ve dominant kültürün etkisinde kalmayla oluyor. İlerleyen dönemlerde unutulduktan sonra bu metinler tekrar anlaşılmaya çalışılınıyor ve farklı okunuş ve anlam verilen ama aslında aynı olan kelimeler farklı sayılarda noktalar atılarak birbirinden ayrıştırılıyor. (Kuran bağlamında CorpusCoranicum sitesinden kolayca gözlemlenebilir.) Bu husus çok açık olmasına rağmen bu konuda ne elle tutulur yayın ne de pek incelen bulunmakta. Arapların bu kelimeleri bağlamdan anladığı gibi iddidalar ortaya konabilmektedir. Ki bugün Arapça konuşanların bile çoğunun Kuranı anlamadığını düşünürsek 1200 yıl önce kaç kişi okuma yazma biliyordu da üstüne bir de aynı yazılan kelimerin potansiyel kelimeler içinden hangisi olduğunu anlık olarak vahiy alıyordu orası muğlak. Buradaki noktalar ile kastedilen harekeler değil. Harekeler çok daha sonradan ekleniyor. Şedde, Sükun vb. her türlü işaret sonradan ekleniyor. Şedde mesela aslında ilahi kelimelerin üzerine eklenmiş gibi gözükmekte. Aslında taç işareti. En eski mushaflarda zaten hiç yok. Ama sonradan dekoratif amaçlı eklenen bu işaret bile okunuşu etkileyen bir işaret haline evrilmiş. Eski mushaflarda şedde direkt olarak taç şeklinde altın renk ile çizilmiş. Resimde görüldüğü gibi şeddeler neredeyse kelime genişliğinde fakat günümüzde bu şeddeler belirli harflerin üzerine yerleşiyor ve o harflerin okunuşunu etkiliyor.
Hristiyanlığın erken döneminde gizlenen Hristiyan grupların farklı şifreli yazılar kullandıkları bilinmektedir. Bu grupların genel bilinen karakteri gizlenme üzerinedir. Örneğin Mısırlı Hristiyanlara büyük ihtimalle gizli anlamındaki latince Crypto kelimesi ile ilişkili olarak Kıpti denmektedir. Bu kelime aynı zamanda eski Mısır dili için de kullanılmaktadır. Enteresan bir şekilde kendi incillerinin orjinal olduğunu iddia eden Afrikalı Hristiyanların diline de “Ge'ez” denmektedir ve okunuşu Türkçe “giz” kelimesine çok benzerdir. Kirpi de Türkçede aslında korunak ile alakalıdır. Bugün kirpi dediğimiz hayvanın tam adı oklu kirpidir. Benzer şekilde bu isim Türkiyede üretilen zırhlı araca da verilmiştir. Bknz: Crypt. Bu kelime önemli çünkü bu kökten türeyen diğer kelimelerin Hristiyanlık ile bağlantısı ilk bakışta muğlak gibi gelebilir.
“Crypt” kelimesi büyük ihtimalle orjinal tevrat metinlerindeki Alef harfinden (𐤀) gelmektedir. Bu harfin ne anlama geldiği anlaşılamadığı ve kirpiğe çok benzediği için zamanla anlaşılama durumu kirpik ya da kirpit benzeri bir kelime ile ifade edilmeye başlanmış ve zamanla şifrelenmiş anlamı evrilmiştir. Kibrit kelimesinin de Roma döneminde bu metinlerin yakılmasından gelmesi bir ihtimaldir.
(64 yılında böyle enteresan bir olay da yaşanmıştır: Büyük Roma Yangını, Sonucunda Roma'nın başkentining 3te 2si yanmış ve İmparator Nero'u suçlamış Nero da Hristiyanları suçlamış ve 979 Hristiyan öldürülmüştür. Hristiyanlar köpeklere parçalatılırken diğer insanlar çarmıha gerilmiş. Üstüne bir de Araplar büyük ihtimalle ateş kelimesini Nero'dan almış. Heralde bu kelime daha sonra Arap Yarım adasında bu anlamda yaygınlaştığı için.)
Bu teori ancak eğer teori doğruysa kutsal metinlerin Türkçe okunuşunun çözülmesi veyahut kutsal metinlerin düzenli bir metin olarak anlaşılması ile netleşebilir. İnsanlarda doğuştan gelen bir dil bilgisi olup olmadığını anlamak için yapılan dilsel izolasyon deney ve gözlemleri üzerinden bir çıkarımda bulunmak, eldeki verilerle mümkün değildir.
Halihazırda kutsal olduğu düşünülebilen bir metnin bu teoriyi destekleyecek şekilde okunulabildiğine dair bir kanıt bulunmamaktadır. Kuran hem indiği dönemin diliyle kolay anlaşılabilecek hem de Türkçe okunabilecek şekilde inmiş olabilir. Fakat Tevrat esasında düpedüz Türkçe bir metin gibi durmakta. Bu konu yeterince incelenince bulunanlar yayınlanacak. Yukarıda örnek verdiğimiz gibi halihazırda “Rabbi" olarak okunan İbranice “רבי” kelesimesi aslında “bakış” şeklinde okunuyor gibi gözükmekte. Hiçbir eski yazılı Türkçe kaynakta bulunmayan bazı Türkçe özel isimler Tevratta geçiyor gibi gözükmekte.
Her şey zaten çok saçma. Her şeyi, her şeye yormayana bu her şeyden olası olabilir.
Demek ki plan bu şekildeymiş tabi ama artık günümüz teknolojisi ile kolayca erişilebilen bilgiler ışığında bazı şeyleri görmek için Atatürk kadar zeki olmaya gerek kaldığını sanmıyorum. Umudum kutsal kitapların çok yakında direkt olarak Türkçe okunabileceği şeklinde. Aslında bunlar düzenli metinler oldukları için okunuşundan bağımsız olarak daha iyi anlaşılmaları lazımdı. Tabi ki direkt olarak Türkçe okunmaları olayı çok ayrı bir boyuta taşıyacak.
Özellikle Yahudi ve Hristiyan siyasi grupların etkisiyle geçmişte çeşitli Avrupalı devletler tarafından sistematik olarak birçok şeyin gizlendiğini aksinden olası saymak için fazlasıyla sebep var. Zaman zaman bazı şeyleri farketmiş akademisyenler olma ihtimali de çok yüksek. (Örn: Max Müller)
Konuyla alakalı olarak Kuranda şu anki anlaşıldığı şekliyle İsrail oğulları için sözü yerine getirin ifadeleri kullanılmaktadır. Söz kelimesinin türkçede hem kelime gibi hem de “verilen söz” tamlanmasında olduğu gibi iki anlamlı olması manidardır. İsrailoğulları bağlamında büyük ihtimalle fiziksel görünüşe istisnaden bir üstünlükten bahsedilmesinden dolayı daha çok Avrupalıların kastetilmesi de olasıdır. Zaten Yahudiler için başka kavramlar kullanılıyor aslında. Yahudiler bu ifadeyi bir üstünlükten bahsedildiği için üstüne alınmış olabilirler. Normalde nasıl okunuyor ya da bu üstünlükten bahsedilen yerde aslında ne denilmek isteniyor henüz emin olamıyorum. Kuranda Musa diye çevrilen kişi farklı birisi olabilir. Bahsedilen su basma olayı yakın tarihte sadece Baltık denizinde gerçekleşmiş. O da on bin yıl önce falan. Bazı ayetlerde bahsedilen anlaşma da Atilla ile yapılan antlaşma olabilir. Zaten bu bağlamda Tur diye bir kelime var. Mısırdaki Tur dağından dolayı dağ diye çevriliyor fakat bir dağ niye direkt olarak Tur diye yazılsın söz konusu dağ olsa Tur dağı diye yazılır. Eğer bu kelime Türkçe ise 52. surenin başında direkt olarak Türkçe yazılan kitap benzeri bir ifade yer almaktadır. Eğer kelimeler bağlama göre anlam kazansaydı (!) mantıken Türkçe olurdu. Tur Dağı ne alaka kitap ve yazılmak ne alaka? (Tur olarak okunan kelimenin Türkçe ile alakalı olduğunu düşünüyorum fakat tam olarak ne yazdığı hakkında aslında bir kanıya varacak bilgim yok ama kimsenin pek bir fikri olmadığının anlaşılması lazım.)
Arapça okunuşu: (52:1) Wel-Turi, (52:2) We-kitabin masturin. (Bu şekilde ayet ayrımları eski mushaflarda bulunmamaktadır.)
Şu anki çeviriler: (52:1) Ant olsun Tura/ Tur dağına; (52:2) Ve yazılmış kitaba. (Araplar ve edatından sonra böyle izole bir şekilde bir kelime gelince onun kutsal bir şey olup vurgulandığını düşündükleri için bazı çeviriler Ant olsun şeklinde çeviriyor. Bazıları da Mısırdaki dağlardan birisinin özel ismi olarak çeviriyor.)
Eski mushaflarda genelde ayet ayrımı bulunmaz fakat bulunanlardan birisini aşağıya ekliyorum. Bu mushafta bu iki ayet (52:1 ve 52:2) tek bir ayet şeklindedir. Sarı çizgiler ile çevreledim. Bu mushafın tahmini tarihi 660 - 710 olarak belirtilmiş.
Kuran'ın iki dilde okunacak şekilde inmesi ihtimalini de değerlendiriyorum. Ve şu an anlaşılan haliyle çeşitli ayetlerde bunun ima ediliyor olabileceğini düşünüyorum. Yani ilk indiğinde direkt Türkçe okunduğunu zaten düşünmüyorum.