Bu teoriye göre: İbranice, Aramice, Arapça gibi semitik diller ve muhtemelen Grekçe, Ermenice, Süryanice ve belki daha başka diller de aslında Kutsal metinlerin okunuşunun ve anlaşılmasının bozulması veya farklılaşması ile ortaya çıkan dillerdir. Ve söz konusu Kutsal dilin en çok benzediği diller Türkçe olarak adlandırılan dillerdir. İsa ve Musa peygamberler de büyük ihtimalle bu dil ile doğmuş veya kendi kendilerine bu dili konuşmuşlardır. Normal insanlar da kısmen dil bilgisi ile doğmaktadır. Söz konusu dil için teori kapsamında Türkçe adının kullanılmasının nedeni hem düzenli yapısının hem de ses benzerliklerinin bu dilleri tek bir dil olarak sınıflandıracak seviyede olduğu iddaasıdır.
Türk Dil Teorisi, Mustafa Kemal Atatürk tarafından öne sürülen Güneş-dil teorisine benzemektedir.
Genel olarak tüm bükümlü dillerin (=Fusional), orijinali tam düzenli ve eklemeli (=Agglutinative) dil olan kutsal metinlerin yarım yamalak anlaşılması ve okunması sonucunda ortaya çıktığı iddaa edilebilir. Çünkü bu dillerin günümüzdeki yapıları göz önüne alınacak olursa bu dillerin kendi kendine oluşması imkansıza yakındır. Her ne kadar bir çok dilin geçmişten günümüze doğru eklemeli yapıdan bükümlü yapıya kaydığı görülse de bu durum kendi kendini normal kılamaz. Zaten tam tersi anormal bir durumu işaret etmektedir.
Ayrıca izole kalmış bir çok dilin dil yapısı olarak Türkçeye benzemesi düşündürücüdür. Hatta Japoncanın dil yapısının neredeyse Türkçe ile farksızdır. İzolasyonun dışında Japon kültürü de dil yapısının korunmasına katkı sağlamış olabilir. Bu aşırı koruyucu kültür seslerin ve türetilen kelimelerin de çok fantastik bir seviyede kompleksleşmesine yol açmış olabilir. Örneğin diğer uzak doğulular genelde basitleştirirken Japonlar üç farklı alfabe kullanmaktadır. (İzole kalan dillerin yapı itibari ile benzerliği ile ilgili kayıt oluşturulacak.)
Çeşitli peygamberlerin bebek ya da çocukken sergiledikleri konuşma mucizesinin Türkçe “Bakış” kelimesi ile eşleştiği düşünülmektedir. İsa'nın ikon haline gelen portresindeki el işaretinin de “Bakış” kelimesini sembolize edebileceği düşünülmektedir (Örnek olması bakımından işaret dilinde göz teması). Yahudi ve Hristiyan kültürlerde bu işaretin benzerleri bulunmaktadır. Firavunun yaptırdığı iddaa edilen dilsel izolasyon deneyinde bebeklerin söylediği rivayet edilen “Bekos” kelimesinin ve Antik Yunandaki "bakis" kelimesinin kaynağının Türkçe “Bakış” kelimesi olabileceği düşünülmektedir. Musa bebekken Firavun tarafından ailesinden alındığı ve kendi kavmiyle konuşurken sorun yaşadığı için Harun'u tercüman olarak kullandığından dolayı Firavunun yaptırdığı deneydeki bebeklerin Musa ve Harun olma ihtimali değerlendirilmektedir. (Exodus 4:14-16)
Bu mucizenin “bakış” kelimesi ile ilişkilendirilmesinin sebebi olarak da söz konusu peygamberlerin bebek iken ilk defa başka bir insanla göz göze gelince şaşkınlık haliyle bu kelimeyi sayıklamaları öne sürülmektedir. Çünkü anlık şaşkınlık halinde insanlar genel olarak o an çağrışım yapılan kelimeyi sayıklamaktadır. Daha sonra bunu duyanlar diğer insanlara ilk defa bahsederken bu kelimeyi kullandığı için bu peygamberler ve sergiledikleri mucize de “bakış” kelimesi ile eşleşmiş olabilir. Antik Yunanca bakis kelimesi tam da bu anlamdadır. Hatta bu ikili anlamından dolayı kafalarda oluşturduğu karışıklık da çeşitli kaynaklarda ifade edilmiştir.
Tevrat ve Kurandan birer dil evrilirken. Hristiyanlar Roma baskısı ile gizlendiği ve farklı bölgelere dağıldığı için çok sayıda farklı dil evrilmiştir. Afrikanın iç bölgelerine kadar kaçanlar olduğunu düşünürsek halihazırdaki tarihi kaynakların aktardığının da ötesinde bir baskı olmuş olabilir. Büyük ihtimalle MS 0-300 yılları arasında belirli dönemlerde yakalanan herkes öldürüldü. O dönemden günümüze bir kaç sayfalık parçalar ulaşmış durumda. Bunların da ötesinde Avrupalılar zaman içerisinde Afrikadakiler de dahil tüm Hristiyan gruplarına seferler düzenlemiştir. Fakat bu seferlerde yazıları yok etmek gibi bir amaç hiç olmayabilir. Bu seferlerden Hristiyan gruplar da nasibini alsa da birincil hedef oldukları düşünülmüyor. Ama genel olarak Haçlı seferleri olarak adlandırılan bu seferlerin bir çoğunun ayrılıkçı görülen Hristiyanları hedef aldığı görülebilir. Bir çok durumda da Müslümanlar, Hristiyan azınlıkların haçlı ordularına destek vermeleri korkusuyla kırıma varabilen eylemler gerçekleştirmiştir. Genel olarak Haçlı seferlerinin yolu Hristiyan azınlıkların bulunduğu bölgelere çok düşmüştür. Haçlı Seferleri sırasında, erken dönem Hristiyan kayıtlarının Avrupalı dini otoritelerde bulunma ihtimaline işaret eden bazı olaylar yaşanmıştır. Örneğin Antakya kuşatması sırasında Peter Bartholomew isimli rahip, İsanın ölümü ile alakalı olduğu iddaa edilen mızrağın gömülü olduğu yeri rüyasında gördüğünü söyler. Her ne kadar zaten bu mızrağın başka bir yerde olduğu düşünüldüğü için ilk başta şüphe ile yaklaşılsa da bahse konu yerin kazılması ile gerçekten de böyle bir şey bulunduğu ve açlıktan kıvranan ordunun büyük bir motivasyon kazandığı aktarılmaktadır. Her ne kadar bunun söz konusu rahip tarafından yerleştirildiği iddaa edilse de söz konusu rahip daha sonra orijinalliğini kanıtlamak için söz konusu nesne ile ateş içinden geçmeye çalışmış ve vücudunda oluşan yanıklar sebebiyle 12 gün sonra ölmüştür. En azından kendisinin bu nesnenin orijinalliğine inandığı ortadadır. Kendisinin ilahı kaynaklı olduğunu düşündüğü rüyalarından dolayı akıl sağlığı sorgulansa da bu kendi gömdüğü tahtanın kendisini ateşten koruyacağına inanmasına yol açacak bir durum değildir. Daha çok gördüğü saçma sapan rüyalara aşırı anlamlar yüklemesi olarak yorumlanabilir ki bunlar da dikkat çekmek için uydurulmuş olabilir. Zaten söz konusu mızrağı gördüğü rüya ilk rüyadır. Diğerleri büyük ihtimalle ilk rüyanın kredisini kullanarak insanları yönlendirmek içindir. Fakat bu rüyalar üzerinden yapılan savaş çağrıları özellikle Fransız asilzadelerin hoşuna gitmediği ve rahatlarını bozmak istemedikleri için mızrağı kendisinin gömdüğü iddaasını savunmuşlar ve bu kadar inançlı bir rahibin kendisini yakarak öldürmesine yol açmışlardır.
Her ne kadar Roma İmparatorluğu sistematik bir şekilde yoketmiş olsa da Türkiyede bu dönemden (MS 300 öncesi) incil örneği bulunamaması çok düşük ihtimal. Türkiyenin batılı müttefiklerinin Türkiye üzerindeki istihbarat ağının Siyonistler tarafından kullanılmasından halka malum olamamış olabilir. Her türlü siyasal dinci grubun parmağı olabilir. Orta doğuda zaten bulunduysa parası verilip alınmıştır. Tek tük parçalar Mısır, Yunanistan gibi ülkelerden. Buna ek olarak incil nüshası olduğu anlaşılamamış antik yazıtlar bile olabilir. Özellikle erken dönem metinlerin yok edilmeye çalışılmasının sebebi bunların Türkçe okunabileceğinin daha net olmasından ya da bu eforu sarfedenlerin sadece bunların Türkçe okunabileceğini düşünmelerinden olabilir.
Hristiyan gruplarının farklı şifreli yazılar kullandıkları bilinmektedir. Bu grupların genel bilinen karakteri gizlenme üzerinedir. Örneğin Mısırlı Hristiyanlara büyük ihtimalle gizli anlamındaki latince Crypto kelimesi ile ilişkili olarak Kıpti denmektedir. Bu kelime aynı zamanda eski Mısır dili için de kullanılmaktadır. Enteresan bir şekilde kendi incillerinin orjinal olduğunu iddaa eden Afrikalı Hristiyanların diline de “Ge'ez” denmektedir. Ve “giiz” şeklinde okunmaktadır. Kirpi de türkçede aslında korunak ile alakalıdır. Bugün kirpi adını verdiğimiz hayvanın eski adı oklu kirpi'dir. Benzer şekilde bu isim Türkiyede üretilen zırhlı araca da verilmiştir. Bknz: Crypt. Bu kelime önemli çünkü bu kökten türeyen diğer kelimelerin Hristiyanlık ile bağlantısı ilk bakışta muğlak gibi gelebilir.
Bu teori ancak eğer teori doğruysa kutsal metinlerin Türkçe okunuşunun çözülmesi veyahut kutsal metinlerin düzenli bir metin olarak anlaşılması ile netleşebilir. İnsanlarda doğuştan gelen bir dil bilgisi olup olmadığını anlamak için yapılan dilsel izolasyon deney ve gözlemleri üzerinden bir çıkarımda bulunmak, eldeki verilerle mümkün değildir.
Halihazırda kutsal olduğu düşünülebilen bir metnin bu teoriyi destekleyecek şekilde okunulabildiğine dair bir kanıt bulunmamaktadır.
Her şey zaten çok saçma. Her şeyi, her şeye yormayana bu her şeyden olası olabilir.
Demek ki plan bu şekildeymiş tabi ama artık günümüz teknolojisi ile kolayca erişilebilen bilgiler ışığında bazı şeyleri görmek için Atatürk kadar zeki olmaya gerek kaldığını sanmıyorum. Kutsal kitaplar açısından umudum net olarak anlaşılmalarının yaklaştığı üzerine. Zaten bunların düzenli metinler olduğunu düşündüğüm için aslında bu teoriden bağımsız olarak anlaşılmalarının çok zor olmaması lazım. Büyük ihtimalle mevcut anlaşılar üzerine olan varsayımlar engel oluyor.
Özellikle Yahudi ve Hristiyan siyasi grupların etkisiyle bir çok Avrupalı devlet tarafından sistematik olarak bir çok şeyin gizlendiğini aksinden olası saymak için yeterince sebep var. Tabi bu şu anda bunların bu devletlerin devlet kademelerince bilindiği anlamına gelmiyor. Ama tarih boyunca Avrupalı bir çok otoritenin İsa'nın Türkçe konuştuğunu bildiği kesin. Zaman zaman bunu farketmiş akademisyenler olma ihtimali de çok yüksek. Max Müller çok yaklaşmış gibi gözüküyor. Ama günahına girmeyelim. Bu konuyla alakalı olarak Kuranda israiloğulları olarak çevirilen kavram aslında genel olarak Avrupalıları kastetmektedir ve incilin gizlenmesi olayına atıf yapmaktadır. Yahudiler bu tanımlama kapsamına giriyor mu bilemiyorum. (Büyük ihtimal fiziksel görünüşe ithafen bahsedilen üstünlükten dolayı genel bir üstünlük anladıkları için Yahudiler tarafından bu kavram sahiplenilmiştir. Halbuki Yahudiler için başka kavramlar kullanılıyor. Yahudilerin, Müslümanların Kuran anlayışı üzerindeki etkisi çok ileri seviyededir. Hatta Kuranın ötesinde kendi geleneklerini bile Müslümanlarda gelenek haline getirtmişlerdir.) Fakat Roma orijinal incili ve erken dönem Hristiyanlık ile ilgili her şeyi gizlemiş veya yok etmiştir. Bu dönemde ne olduğu ile ilgili kimsenin doğru düzgün bir fikri yoktur. Daha sonra bu mirası devralan İtalya ve Fransa gibi ülkeler de geriye kalan kayıtları gizli tutmayı tercih etmiştir. Tabi bu durum daha çok dini otoritelerin kontrolünde olabilir. Fransız Rahibin Antakyada gömülü olan çarmıhı eliyle koymuş gibi bulması zaten bunu kanıtlamaktadır. Her ne kadar zaten bu yüzden bu çarmıhı kendisi gömmekle suçlansa da kendisini yakarak çarmıhın orijinal olduğuna inandığını kanıtlamıştır.
Barnabas incili kapsamında bazı iddaalar da var ama elle tutulur bir şey olmadan bu konuda diyecek bir şey yok.
Konuyla ilgili bu blog yazısını da okuyabilirsiniz.